Haksızlıklara ses çıkarmak artık bir tercih değil kaçınılmaz bir sorumluluk
Öğrencilerin haksızlıklara ses çıkarması bir tercih değil sorumluluktur. Bizler öncelikle öğrencilik haklarımız olmak üzere tüm vatandaşlık haklarımızın devamlılığı için gereken mücadeleyi vermeliyiz.

Fotoğraf: Evrensel
KOÜ Tıp Öğrencisi
Hepimizin bildiği üzere ülkemizde 20 yılı aşkındır süregelen hakim siyasi güç, halkın her kesiminden insanları politika ile ilgilenmeye mecbur etmektedir. Bu kasvetli durumu sokağa inip halkın sorunlarına biraz olsun kulak verdiğinizde önemli ölçüde fark edebilirsiniz. Konuya bu pencereden baktığımızda temel hakların ve cumhuriyet kazanımlarının muhafaza edilmesi gibi konularda hissedilen kaygılar toplumun her kesimini güncel siyasi meselelere ilgi duymaya mecbur bırakıyor. Benim de dünya görüşümün oluşmasında hak mücadelesinde her zaman mazlumun yanında olmamı bana öğreten ailemin payı büyüktür.
Tüm eğitim hayatım boyunca doğru olduğunu bildiğim değerler için sonunu pek de düşünmeden sürekli mücadele etmeye çalıştım. Aklımda ileride başıma gelebilecek şeylerin kaygısını taşımadan ne bildiysem söyledim, söylemeye de devam edeceğim.
Ülkede son yıllarda görülen felaketler, kadın cinayetleri, geçim sıkıntısı, yaşanan adaletsizlikler gibi konularda elbette bildiğimi söylemeye devam ettim. Ekrem İmamoğlu'nun diplomasının iptali ve tutuklanması nezdinde başlatılan eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesine ufak da olsa katkı verebilmek amacıyla dahil oldum. Benim görüşüme göre İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin öncüsü olduğu ve çeşitli üniversitelerde devam eden bu mücadelenin ülke geneline yayılması, onurlu bir yaşam için yerine getirilmesi gereken bir sorumluluğu bizlere tekrar hatırlattı: isyan etmek.
Yıllardır eğitimin her alanında, kamuda, sağlık sektöründe, fabrikalarda, sokakta kısacası hayatın her bir noktasında bizlere dayatılan bu korku imparatorluğu, bizleri doğruyu söylemeye değil doğru söylediğine inanılanlara itaat etmeye zorluyor. Bu, ülkede tartışmaların gün geçtikçe daha dar bir zümreye indirgenmesi ve buna bağlı olarak isyan kültürünün gözümüzün önünde eriyip gitmesine yol açıyor. İnsanların geleceğini tehlikeye atabilecek her bir olay, kaygı ve stres eşliğinde bizleri apolitik davranmaya itiyor.
Toplumun en tahammülsüz ve talepkar olması gereken topluluğu öğrencilerdir. Öğrenci gençtir, en temelinde de halktır. Talepleri doğrultusunda kazanım elde edemezse isyan etmelidir, sesini duyurmalıdır. Bir öğrenci, kendisi ya da bir başkasına yapılan bir haksızlığa ses çıkaramıyorsa ruhunu bu kirli düzene zaten çoktan teslim etmiş demektir. Tüm bunlardan dolayı üniversite öğrencilerinin başlattığı bu mücadelenin ülkemizdeki üniversitelerde akademik boykot düzeyine ulaşmasının doğru ve yararlı olacağına inanıyorum.
Kendi bölümüm hakkında konuşmam gerekirse, tıp fakültesinde ilk günden beri öğrencinin zararına olan şeyleri gerekli makamlara iletmeye çalıştım. Bunu kendim için değil çevremdeki insanların ve tanımadığım diğer sıra arkadaşlarımın ortak yararı uğruna yapmaya çalıştım. Buradan kendime bir övgü çıkartmak niyetinde asla değilim. Hatta herkesin bu mücadelede bayrağı taşımak için can atması gerektiğine inanıyorum çünkü bu mücadele sadece idare ve öğrenci arasındaki mücadele değil, aynı zamanda zalim ile mazlumun mücadelesidir. Bu yüzden yapılan her haksızlığı dile getirmek öğrencinin temel sorumluluklarından olmalıdır. Yıllardır tıp fakültelerinde gözlemlediklerim ise ülkede itaat kültürünün ve apolitikliğin giderek artmasının nedenlerini fark etmemde bana yardımcı oldu.
Hekimliğin temelinde yer alan hizmet etme bilinci, doktorlarının büyük çoğunlukla halkla direkt temasta olması ve belirli etik değerler çerçevesinde gerçekleşen hasta-hekim ilişkisi ülkemizde son yıllarda çok fazla suistimal ediliyor, hekimlik mesleğinin itibarı yerle bir edilmek isteniyor, hatta "giderlerse gitsinler" denerek alenen burada istenmediğimiz belirtiliyor.
Ülkede artmakta olan doktora şiddet dosyaları, kötüleşen çalışma koşulları, akademik hiyerarşide yaşanan mobbing olayları ve buna benzer dertler hekimlik mesleğinde isyan edilmesi gereken konulardan sadece birkaçı. Bu bilgiler ışığında hekimlerin ve hekim adaylarının isyan kültüründe öncü olmasını bekleyebiliriz ancak işler ne yazık ki pek de o doğrultuda ilerlemiyor.
Bizleri topluma faydalı birer hekim olarak yetiştirmekle yükümlü olan hocalar ve idareler, öğrencilerin tıp eğitimi sürecinde yaşadıkları zorluklara göz yumuyorlar. Ölçme ve değerlendirme sistemlerinin acımasızlığına karşı yaşanan sınav başarısı kaygısı, yetersiz laboratuvar imkanları, etkisiz ve sıkıcı slaytlar, kendini geliştiremeyen akademisyenler gibi konular yaşanan sorunların yalnızca ufak bir kısmı.
Tıp fakültesi öğrencileri olarak bizlerin, ileride başımıza gelebilecek her türlü hukuksuzluğun karşısında durabilmek için bu bilinci öncelikle okul sıralarında kazanmamız gerekiyor. İşte burada birkaç etken devreye giriyor. Akademisyenler ve dekanlık idaresi tüm öğrencilere hekimlik bilincini aktarırken ben-merkezci bir yaklaşım benimsiyor. Yukarıda bahsettiğim hekimlik mesleğinin zorluklarına çözüm olarak her öğrencinin önce "kendisini" iyi bir hekim olarak yetiştirmesi gerektiğini savunuyorlar. Bu durumda "kendi" hayatına odaklanan öğrenciler yaşadıkları gelecek kaygıları doğrultusunda hemen bir kaçma/kurtulma içgüdüsüne kapılıp özel sektör ya da yurt dışı gibi alternatiflere yöneliyor.
Akademisyenlerin bu tavırda olmasının en büyük nedeni geçmişte kendilerine de dayatılmış olan bu korku düzeni. Daha önce zamanın öğrencilerini hedef alan ve şimdi bize yüklenen bu kirli sistem toplumla bu kadar iç içe olan, toplumun en büyük ortak derdinin çözümü olan bu mesleğin bile bireysel çıkarlara yenik düşmesini amaçlıyor. Bu da tepkisiz öğrenci nesillerinin yaratılmasına ve apolitikliğin normalleştirilmesine yol açıyor.
Tıp eğitimindeki bireysel yaklaşımlar doğrultusunda üretilen çözümler hocalardan öğrencilere aktarıldığı andan itibaren öğrenciler "iyi bir hekim" olma konusunda kendisini bir karmaşanın içerisinde buluyor: sınavlar için ders mi çalışmalıyım yoksa sosyal alanlarda kendimi mi geliştirmeliyim? Bu ikilem öğrenciler üzerinde büyük bir psikolojik buhrana ve mental çöküşe neden oluyor. Başta öğrencinin "kendi" çıkarına olan şartlar işin sonunda öğrenciyi uçuruma sürüklüyor.
Ancak bir de madalyonun diğer yüzüne bakalım. Fark edersiniz iki seçenek de bireyin "kendi" tatmin duygularına hizmet ediyor. İşte bize dayatılan tam olarak bu. Kolektif bir bilinç içerisinde yer alması gereken belki de en geniş kapsamlı meslek grubu bile yıllar içinde toplum yararından çok bireysel çıkarlar doğrultusunda şekillenmeye devam ediyor. Tüm bunların sonucu olarak başlarda bahsettiğim isyan kültürü beklenenin aksine tıp fakültelerinde baskılanmış durumda. Bu baskılanma durumu; mezuniyet kaygısı, memuriyet hakkının kaybı, fişlenme, mobbinge maruz kalma, şiddet görme ve belki de öldürülme korkularına yanıt olarak ortaya çıkıyor. Bu noktada tartışılması gereken konu ise şu: Biz bu korkuları yenmek için susup kendimizi mi kurtarmalıyız yoksa bizden sonrakilerin bunları yaşamaması için bildiklerimizi sakınmadan mücadele mi vermeliyiz?
Bahsettiğim üzere öğrencilerin şahit olduğu haksızlıklara ses çıkarması bir tercih değil sorumluluktur. Bizler öncelikle öğrencilik haklarımız olmak üzere tüm vatandaşlık haklarımızın devamlılığı için gereken her mücadeleyi vermeliyiz. Bunu ne kadar kalabalık bir mücadele haline getirirsek talep ettiklerimizi o düzeyde elde edebiliriz.
Akademik boykotun sonlanması ve kısmen "normale" dönülmesi konusunda tıp fakültesi özelinde neler yapılabilir diye düşündüğümde aklıma ilk olarak tıp eğitiminin düzenlenmesi geliyor. Öğrenciler olarak bizlerin sıkıntısı bireylerle değil bu bireyleri kullanan sistemle. O yüzden sıkıntıların çoğunu kapsayan Tıp Eğitiminin Yeterliliği sorunu iyi bir hedef olabilir. Teşekkürler.
Evrensel'i Takip Et